Anaların Gözyaşları Akarken Türkiye Kamu-Sen 1 Mayıs’ı Kutlayamaz

Anaların Gözyaşları Akarken Türkiye Kamu-Sen 1 Mayıs’ı Kutlayamaz

Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, Bengü Türk ekranlarında yayınlanan, Gökhan Altunkaş’ın sunduğu “SÖZ HAKKI” programına katılarak Türkiye ve çalışma hayatı gündemine ilişkin önemli değerlendirmelerde bulundu.

Son dönemde yaşanan terör olayları ve gelen şehit haberlerinin yürekleri yaktığını belirten Genel Başkan İsmail Koncuk, tüm şehitlerimize yüce Allah’tan rahmet diliyorum' dedi.
Genel Başkan İsmail Koncuk, Türkiye Kamu-Sen’in ülkenin içinde bulunduğu durum ve atmosferi değerlendirerek, yaklaşan 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Bayramını kutlamama kararı aldığını da canlı yayında ilan etti.
KONCUK: TERÖRLE MÜCADELEDE TÜRKİYE KAMU-SEN’İN YERİ VE SAFI BELLİDİR
Güneydoğu’da devam operasyonları değerlendirerek konuşmasına başlayan Genel Başkan İsmail Koncuk, Türkiye Kamu-Sen’in bu mücadelede yerinin Türk Silahlı Kuvvetleri ve Emniyet güçlerimizin yanı olduğunun altını çizen Koncuk, sınır ilimiz Kilis’e düşen roket sonucunda hayatını kaybeden vatandaşımıza ve tüm şehitlerimize yüce Allah’tan rahmet diledi. Koncuk, “Kilis’te hayatını kaybeden vatandaşımıza yüce Allah'tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum. Kilis’ten arkadaşlarımız beni aradı ve bölge halkında ciddi bir korku olduğunu ilettiler. İnsanlar endişeyle orada yaşıyor. Devlet o bölgede ciddi tedbirler almalıdır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bir yerleşim yerine roket atmak ne demektir? Türkiye çok güçlü bir devlettir, bunun kaynağını bulup yerle yeksan etmelidir. Ben tekrar geçmiş olsun dileklerimi iletmek istiyorum.
 
Her gün şehit veriyoruz ve bu maalesef neredeyse olağan hale geldi. 7 Haziran’dan sonra verdiğimiz şehit sayısı 400'ü geçti. Her zaman Türkiye Kamu-Sen olarak bizim bu mücadele safımız Türk Silahlı Kuvvetleri ve emniyet güçlerimizin yanıdır, bunda şüphe yoktur. Geçmişte yapılan hataları biliyoruz, adeta terör örgütüne can suyu verme sürecini hep birlikte yaşadık ve gördük. Terör örgütünün uzantıları ile el ele diz dize fotoğraflar, sohbetler, kahkahaları gördük, yaşadık. Geldiğimiz noktada terör sona erdirilinceye kadar mücadelenin tavizsiz devam ettirilmesi gerekiyor. Baştan beri yapılması gereken zaten buydu. Keşke zamanında yapılsaydı bunlar, belki bugün daha farklı günleri yaşıyor olabilirdik. Bu mücadele verilmelidir bunda şek şüphe yoktur.  Biz devletin teröre yönelik atacağı her adımı destekliyoruz ve takip ediyoruz. Bazen sayın Başbakan ya da Cumhurbaşkanı farklı şeyler söylüyorlar bizde endişeleniyoruz. Bu çözüm denilen süreç yeniden masaya getirilebilir mi endişesi yaşıyoruz. Sayın Başbakan geçen gün “Bu süreç yeniden başlayabilir' gibi bir açıklama yaptı ama silah bırakma şartına bağlandı. Hatırlarsanız çözüm süreci de silah bırakma şartına bağlanmıştı ama kimse silah bırakmamıştı. Tam tersine şehirlerimiz silah deposu haline getirildi. Sayın Cumhurbaşkanı terörle mücadele için “Bu konuda taviz yok' diyor,umarım öyle olur. Bu konuda atılacak her adımı destekliyoruz ama millet olarak geçmişi unutmamamız lazım ve ders almamız lazım.
 
Milli hassasiyetler köreltilerek çözüm sürecinin milletimiz tarafından kabullenmesi amaçlandı. Süreci, olduğundan farklı göstererek  insanlarımızı yönlendirmek için Akil adamlar heyeti kuruldu. Hatta bana da bu teklif yapıldı ama ben reddettim. O heyete iktidarın baskısı ve korkusuyla girenlerin olduğunu da biliyorum. Peki bu Akil adamların görevi neydi? Çok açık söylüyorum; Yapmaya çalıştıkları, terör örgütünü sempatik olarak bu topluma sunmaktı. Bu ülkenin 40 bin vatandaşının canına kastetmiş, polisini, askerini şehit etmiş bir cani örgütü güler yüzlü olarak takdim etmekti, ana görevleri buydu. Bazıları öyle ileri gittiler ki Türk bayrağının adının değişmesini dahi istediler. Bu, millete hakarettir ama bu zilletin sahipleri dahi tepki görmedi. Daha neler olmadı ki; Andımız kaldırıldı, milli bayramların kutlamaları kaldırılmasa bile sulandırıldı. Adeta milli hassasiyetleri törpülenmiş bir toplum oluşturulması için gayret gösterildi.
 
Zaman zaman bu sürecin toplum nezdinde yüzde 60 civarında desteklendiğini söyleyen anketler de gördük. Algı bombardımanı o derece yoğunlaştırıldı ki; bu ülkenin bir kısım vatandaşları evlatlarını şehit eden, gazi olmalarına neden olan bu cani örgüte ılımlı bir şekilde yaklaşmaya bile başladılar. Maalesef bunları bu millet yaşadı. Burada sadece bu süreci kurgulayan insanları itham etmek yetmez. Bir siyasi iktidarın yapacağı yanlışların neticesinde milletten gelecek tepkiyi hesap ederek korku duyması lazım. Dün çözüm sürecinin ateşli savunucusu olanlar, bugün terör örgütü ile yapılan mücadelenin ateşli savunucusu oldular. Bu, şu anlama gelmektedir, bir merkezden komut geliyor, “Çözüm süreci başlatılacak' herkes bunu destekliyor;  sayın Cumhurbaşkanı, “Çözüm süreci yok, buzdolabına kaldırdık' diyor, hemen arkasından dün destekleyenler tam tersini söylüyor. O dönemde süreci eleştirdiğimiz için bizler hakarete uğramadık mı? “Bu süreci hayvanlar bile anladı ama birileri anlamadı' diyerek seviyesizce sözler söylenmesi mi?
 
Hangi siyasi iktidar olursa olsun, ülkeyi yönetenler, siyasi ve sosyal olaylarla ilgili yapacakları hataların bedelini ödeyeceklerini düşündükleri zaman, milletle beraber yürür ve yanlış yapmazlar. Problem şurada, demek ki, biz millet olarak siyasi iktidara bu endişeyi yaşatamıyoruz. Önceliğimiz bu coğrafyada yaşayan Türk milletinin geleceği ise bizim önceliklerimizin farklı olması lazım. Olayları farklı değerlendirmemiz lazım ama maalesef tepkileri körelmiş bir toplum yapısı genel olarak oluşturuldu. 10 yıl önce Andımız’ın kaldırılması söz konusu olsa idi eminim yüzde 85 oranında vatandaşımız “Ne yapıyorsunuz?' derdi ama şimdi bırakın tepki göstermeyi bu rezilliği savunan insanlar gördük.
 
“Ne Mutlu Türk’üm Diyene' veciz ifadesi ki, Anadolu’da yaşayan bütün insanlarımızı kapsayan bir sözdür. Bu ifade, dağlardan ve şehirlerden silinirken alkışlandı. Burada adımıza bir hakaret var.  Andımız Türk milletin adını ifade eden bir metindir, her sabah evlatlarımıza bu adın şerefle taşınması gerektiğini anlatıyorduk, bu kötü bir şey mi? Adımızdan utanç mı duyalım? Adımız şeref ve namusumuzdur, milletin adı da böyledir. Türk adından rahatsız olanlar mutlu olsun diye, terör örgütü mutlu olsun diye bu ifade silindi. Olayları ilke bazında değerlendirmek durumundayız, hangi siyasi anlayışa sahip olursak olalım, biz gönül verdiğimiz siyasi partinin her söylemini doğru olarak kabul edemeyiz. Yanlışın karşısında doğrunun destekçisi olacağız. Bu noktada vatandaşlarımız bunu düşünmeli, “Türk adı dağdan taştan siliniyordu, şimdi ortak adımız diyorlar, nedir bu?'demeli ve değerlendirmelidirler.
 
Bazı sendikaları görüyorum ve bir kez daha Türkiye Kamu-Sen’le gurur duyuyorum. Dün söylediğimiz doğruydu, bugünkü de doğru. Birileri bizim dünden beridir savunduğumuz noktaya geldiler. Bazen bakıyorum manevra yapmak çok zor bir durum aslında. Dansöz olsa bunu yapamaz. Bu ülkede Ergenekon, balyoz süreçleri yaşandı; hatta bir tv programında sarı sendikanın Genel Başkanı bize dahi ergenekoncu yakıştırması yaptı ama ben yayında “Bizi böyle suçlayacak adamın ağzını yırtarım'dedim. Asla bizim bir terör örgütüyle beraber olduğumuz, ortak nefes aldığımız bir yer olamaz. Gerçi bugün artık ergenekoncu diyemiyorlar, “Bunları hep paralel uydurmuş bizi de kandırmış' diyorlar. Şimdi bu dansözler nasıl insandır? İnsan doğruları olan bir varlık olmalıdır. Müslüman olmanın da böyle bir sorumluluk getirdiğini biliyoruz. Bir hata yapsak ben derim ki, “Ey vatandaşlarımız ben özür dilerim hata yaptık' ama bunlarda özür de yok. Keskin kıvırma hareketini yerine getiren bazı STK’lar var onları biliyor ve görüyoruz' dedi.
 
 
KONCUK: TÜRKİYE KAMU-SEN BU YIL 1 MAYIS’I KUTLAMAYACAKTIR
 
 
Genel Başkan İsmail Koncuk, Türkiye Kamu-Sen’in ülkenin içinde bulunduğu durum ve atmosferi değerlendirerek, yaklaşan 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Bayramı'nı kutlamama kararı aldığını da ilan etti. Koncuk, “Şehitlerimiz bizim yüreğimizi kanatıyor, bir bölgemizde adeta savaş var, ocaklara ateş düşüyor, anaların göz yaşı akmayacak dediler ama anaların gözyaşları sel oldu. Babalar, kardeşler, eşler perişan. Böyle bir ortamda 1 Mayıs’ı bayram havasında kutlama imkanı kalmadı. Bu bize keyif vermez. Biz farklıyız, manevra yapmayız, doğru neyse onu yaparız.1 Mayıs’ı Türkiye’nin içinde bulunduğu bu ortamda biz bayram gibi kutlamayı doğru bulmuyoruz. Çalışma hayatının problemlerini her fırsatta biz gündeme getiriyoruz. Bizden daha fazla dile getiren muhataplarının yüzüne söyleyebilen bir sendika kaldığını düşünmüyorum. Dolayısıyla 1 Mayıs’ı bu sene kutlamayacağız ama kanaat ve düşüncelerimizi her platformda net bir şekilde anlatmaya devam edeceğiz. Bu kararı Yönetim Kurulu üyelerimizle ittifakla aldık. Böyle bir ortamda şehitlerimizin acısını yüreğimizde hissetmemiz gerektiğini arkadaşlarımız ifade ettiler ama umuyoruz önümüzdeki yıl Türkiye normal şartlara dönerse, daha büyük heyecanla 1 Mayıs’ı alanlarda kutlarız. Şu anda bayram tadında bir kutlamanın bize yakışır bir tavır olmayacağını düşündüğümüz için bu sene 1 Mayıs’ı Türkiye Kamu-Sen olarak kutlamıyoruz' dedi.
 
KONCUK: ÇALIŞMA HAYATININ TÜM SORUNLARI İÇİN MÜCADELEMİZİ SÜRDÜRÜYORUZ
 
4-C’liler ve üniversiteli işçilerin haklı taleplerini bir kez daha gündeme getiren Genel Başkan İsmail Koncuk, “Türkiye Kamu-Sen bu mücadeleyi sonuna kadar sürdürecektir' dedi. Koncuk,
24 Mart tarihinde Çalışma Bakanlığı'nda sayın Bakan ile birlikte KPDK toplantısı yapıldı. Sayın Bakan’a net olarak “4-C ile ilgili ve üniversiteli işçilerle ilgili toplu sözleşmede alınan kararlar var, tarih olmasa dahi bu kararın uygulanması lazım, Çalışma Bakanı olarak sizin bu konuda söyleyeceğiniz bir şey olmalı' dedim. Sayın Bakan ısrarımız üzerine bir komisyon oluşturalım dedi ve Bakan yardımcısı Orhan Yeğin başkanlığında bir komisyon kurularak, bu konularda çalışma yapılması talimatı verdi. Biz ısrarla tarih çıkmasını istiyoruz. Toplu sözleşmede yetkili konfederasyon alkışlar ve sloganlar eşliğinde imza atarken ben salonu terk etmiştim ve dışarıda basın toplantısında 4-C’lilerin satıldığını söylemiş, “Yuvarlak kararlar toplu sözleşme masasında alınamaz, bu masada köşeli kararlar olmalı' demiştim. O günden bugüne haklı çıkmaktan mutlu olduğumu söylemiyorum. 
 
Artık 4-C’lilerinn ızdırabı sona ermeli. O zaman bir doğrunun altını çizdim ve doğruluğu bugün anlaşılıyor. Toplu sözleşme metnine imza atan  yetkili sendikanın bu konuda yüzeysel birkaç kelam dışında hiçbir şey söylemediği ortadadır. Tamam anladık hükümetin yanındasınız ama azıcık yürekli olun, yazık değil mi bu insanlara? Umut verdiniz arkası gelmiyor. Eylem yaparız diyorlar, bunlar ne zaman eylem yapar? 4-C’lilerin kadroya alınması ile ilgili bir karar çıkarsa, el altından duyarlar çıkıp eylem adı altında bir iki açıklama yaparlar,sonra da “Eylem yaptık 4-C’liler kadroya geçti' derler. Bunlar ucuz hesap peşindedirler ama biz bunun takipçisiyiz. Derdimiz çalışma hayatındaki problemlerin bir bir çözülmesidir. İstiyorum ki, 23 bin 4-C’li kadroya geçsin, bu istihdam türü Türkiye’ye layık değil. Bu problem artık ortadan kaldırılmalıdır.
 
Üniversiteli işçiler konusu ise son derece tabii bir istek. Memur kadrosuna geçmek isteyen insanlar bunlar. Diyorlar ki,“Biz yıllardır belediyede otobüs şoförüyüz, maaşları da güzel ama ben üniversite mezunuyum, memur olunca maaşımda düşecek ama ben üniversite kariyerime  uygun bir statü istiyorum' Bizim kültürümüz “Beşikten mezara kadar oku demiyor mu?' Kuran-ı Kerim “İkra' yani “Oku' diye başlamıyor mu? Bu insanlar okumuş. Bu ülkeyi yönetenlerin bunu görmesi gerekemez mi? Zaten maaş veriyorsunuz hatta memur olduklarında maaşları daha da düşecek. O zaman neden bu insanların isteklerine cevap vermiyorsunuz, naz yapıyorsunuz. Sadece bu problemlerin çözülmesiyle sıkıntılar bitmez. 4-B’li arkadaşlarımız var, 2011 yılında bu mesele Türkiye Kamu-Sen’in mücadelesi ile çözülmüştü. Söylenmedik söz, yapılmadık eylem bırakmadık ama o malum sendika bunu da sahiplendi. Bir kere dahi meydana çıkıp eylem yapmadılar. Türkiye Kamu-Sen yağmur çamur demeden eylem yapacak, siz de bunu sahipleneceksiniz, yok öyle şey. Hükümet, muhalefet partileri seçim beyannamelerine bu konuyu alınca, bizim de baskımızla “4-B’lilere kadro' dedi ama 2011 den sonra 4-B alımı yine devam etti. Hala da alım var. Türkiye Kamu-Sen’in gündemindedir 4-B ve bu sorun bizim sorunumuzdur, gündemde tutmaya devam edeceğiz. 2011’de hangi gerekçelerle bu insanları kadroya aldıysanız bugün de aynı doğrular geçerli. İlla seçim dönemi mi olmalı? Bu insanları kadroya alıp bir daha 4-B’li almamanız lazım.
 
5393 sayılı yasa ile belediyede çalışan bir çok insan var, 4924 sayılı yasaya tabi sağlık çalışanları var, PTT’de çalışan idari hizmet sözleşmeli çalışanlar var kaderleri idarecilerin iki dudağı arasında, vekil ebe, vekil hemşire, vekil imam var…Bu nedir Allah aşkına? Ben çalışma hayatını köstebek tarlasına benzetiyorum. Tarlanın her yeri delik deşik, çalışma hayatı tuzaklarla dolu. Bunu yapan 14 yıldır iktidarda olan bu siyasi iktidardır. Perşembe günü saat üçte Çalışma Bakanı tarafından oluşturulan komisyon Başkanı Bakan yardımcısı Orhan Yeğin’le bir araya geleceğiz üç konfederasyon başkanı. Burada sanırım bize bu çalışmalarla ilgili bilgiler verilecek. Umut verici haberler bekliyoruz, 4-C’liliğin ortadan kaldırıldığı, üniversiteli işçilerin memur kadrosuna alınmasıyla ilgili iyi haberler duymak istediğimiz bir toplantı olur umarım. İnşallah bir umutsuzluk doğmaz o toplantıda.
 
Bizim 4-C’lilerin kadroya alınması konusunda mücadele sözümüz var, bunun için mücadele ediyoruz. Bazı arkadaşlarımız “Sendikaların sözü var' diyor bizim söz verebilmemiz için hükümet olmamız lazım. Biz kadroya geçmeleri için mücadele etme sözü verdik ve bu mücadelemizi sürdürüyoruz. Sadece 4-C’liler değil bütün sözleşmelilerin kadroya alınmasının mücadelesini veriyoruz' dedi.
 
KONCUK: TAŞERONLARA KADRO SÖZÜNÜZÜ YERİNE GETİRİN
“Taşerona kadro' meselesine de değinen Genel Başkan İsmail Koncuk, “Sınav, performans vs. gibi şeyler kenara bırakılmalı ve net bir şekilde kadro meselesi ortaya konulmalıdır' dedi. Koncuk, “Sayın Başbakanın “Taşeronlara kadro vereceğiz' sözü hepimizi sevindirdi. 14 yıl önce kamuda 15-20 bin civarı olan taşeron sayısı bu iktidar döneminde 720 bine çıkmış, belediyeleri dahil edince bu rakam 1 milyon 50 bin, özel sektörle 2 milyonu aşıyor sayı.14 yılda bu memleketin evlatları taşeron patronların sömürüsüne terk edilmiş. Bu gençlerin çoğu da üniversite mezunu ve bu insanların bir geleceği yok. KPSS’ye giren, işsiz gezen gençler taşeronların kadroya alınmasına tepki gösteriyorlar, kendi pencerelerinden haklılar elbette ama taşeron sistemi devam ettiği sürece taşeronlardan dolayı bunlara yer kalmaz. Taşeron sistem14 yılda asıl atama sisteme dönüştürülmüş bu son derece önemlidir. Sayın Başbakan bunu söylediğinde, şöyle düşündüm, sayıyı 20 binden 720 bine siz çıkardınız, siz bu acıyı bu millete yaşatıyorsunuz, sıkışınca 1 Kasım seçimleri öncesinde seçim beyannamenize “Taşerona kadro' sözünü koyuyorsunuz. Tabirimi mazur görün ama Allah garibi sevindirmek için eşeğini kaybettirip sonra buldururmuş, bunlarda aynen böyle. Kaybettirende bunlar, bulduranlarda bunlar.
“Tamam hata yaptılar 14 yılda ama bugün sayın Başbakan kadro müjdesi veriyor,  hatalarını görmüşler' dedim. Öyle iddialı söyledi ki, “Biz sözümüzde asıl iş tanımına girenleri kast ettik ama asıl yardımcı iş ayrımı yok hepsini alacağız' dedi. Aslında böyle bir sözleri yok, açın bakın afişleri, seçim beyannamelerini “Tüm taşeronlara kadro' dediler. Böyle bir ayrım yoktu o sözlerde. Kadro demek ya kamu işçisi olmaktır ya da 4-A’lı devlet memuru olmaktır, bunun dışında başka bir şey olmaz. Başbakan bunu bilmiyor mu? Bu ülkeyi yöneten bir Başbakan’ın kadro sözünün ne anlama geldiğini bilmediğini düşünmek bile istemiyorum. Kadro sözünü üstüne basa basa bilerek söyledi. Bir gün sonra Maliye Bakanı Naci Ağbal, “Başbakan kadro dedi ama biz bunları özel statüye alacağız' dedi. Nedir özel statü? 4-E demektir. Bir işçi sendikası Genel Başkanı, “Bunlar 4-D’li olsun' diyor, ben bunu da kabul etmiyorum. Ya tam zamanlı kamu işçisi yapacaksınız ya da 4-A’lı devlet memuru yapacaksınız. Sözünüz bu yöndedir, bunun dışında bir ara formül vs. kabul etmiyoruz. Maliye Bakanı “Özel statü' diyor ama bununla da yetinmiyorlar, “Sınav' diyor, “3 yıl da bir performansına bakacağız' diyor, eğer performans iyiyse sözleşme yenileyecekler, değilse yenilemeyecekler.
Maliye Bakanı Naci Ağbal yıllarca Maliye Bakanlığı Müsteşarlığı da yaptı bazı şeyleri çok iyi bildiği halde şimdi “12 ay kesintisiz tam zamanlı çalışma şartı' diyor. Kamuda 12 ay tam zamanlı çalışan kaç tane taşeron çıkar? Bir çok taşeron firma kıdem tazminatına hak kazanmasınlar diye yılda en az bir kere hatta bazıları iki kere giriş çıkış yaptırıyor bu insanlara. Bu şart olursa bu şarta uyan çalışan sayısı kaç olur bilemiyorum. Bunlar hep gözden geçirilmelidir. İşçi, sendikaları sanırım üçlü danışma kurulu çerçevesinde bir araya gelecekler, toplantılar yapılacak. Umarım işçi sendikaları bu dediğimiz ölçüde bir savunma içinde olurlar. İşçi sendikasının hata yapacağını düşünmek istemiyorum. Bir kere sınavı ortadan kaldırmak lazım.  Üç yılık performans sistemini ortadan kaldırmak lazım. Kadro meselesini çok net olarak ortaya koymak lazım. Bulunduğu pozisyonda 4/A’lı memur ya da kadrolu işçi olarak istihdam edilmeleri gerekiyor.
Maalesef bazı sendikalar tehdit ederek çalışanları üye yapmaya çalışıyor. Bütün taşeron arkadaşlara seslenerek, bunlardan korkmamalarını söylüyorum. Zaten merkezi bir sınav yapılacak. Sınavı ÖSYM ya da MEB’e bağlı Ölçme ve Değerlendirme merkezi yapacağı için, sınav sonuçlarını herhangi bir sendikanın değiştirmesi mümkün değil. Sendikacılığın yüz karası diyebileceğimiz bu kurumlar bulanık suda balık avlamayı sevenlerdir. Emeğiyle, ekmeğiyle garibanların hayatlarıyla oynayan bu sendikalara söylenecek söz bulamıyorum' dedi.
KONCUK: HÜKÜMET AĞUSTOS AYINDA ÖĞRETMEN ATAMASI YAPMAK ZORUNDADIR
Genel Başkan “Ağustos ayında mutlaka 50 bin öğretmen ataması yapılacağını hem Başbakan hem de milli Eğitim bakanı tarafından açıklanmasını bekliyorum' şeklinde açıklama yaparak;
“Ağustos ayında öğretmen ataması yapılmak zorundadır. Hükümet bundan kaçamaz. Eğer atama yapılmazsa, ülkede MEB Bakanı ben Bakanım diye geçinmesin. Hala çok ciddi öğretmen ihtiyacı var. Başka projelerle de öğretmen istihdam edilmesi mümkün olabilir. İşini bilen siyasetçiler bunu yapabilir. Ağustos ayında mutlaka 50 bin öğretmen ataması yapılacağını hem Başbakan hem de Milli Eğitim Bakanı tarafından açıklanmasını bekliyorum. 430 bin İİBF mezunu genç işsiz var. 1 milyonun üzerinde meslek lisesi mezunu, 2 milyonun üzerinde lise mezunu, mezun olmuş iş bekleyen sağlık çalışanları var. Hükümetin bu gençlerimize istihdam yaratması lazım ama Ağustos ayında öğretmen ataması yapmayacak bir Milli Eğitim Bakanı, alnına bir nişan alır ama nasıl bir nişan olduğu tartışılır. Böyle bir yaklaşımı Nabi Avcı’ya yakıştırmam. Yönetici atama konusunda da mahkeme kararlarının uygulanması lazım. Örneğin Amasya’daki bir davayla ilgili, Samsun İdare Mahkemesi karar verdi. Mahkeme bu kararı uygulamayanlara 5 bin TL ceza verdi. O yüzden herkes ayağını denk alsın' dedi.
 
 
KONCUK: İLKSAN’DA ZORUNLU ÜYELİK KALDIRILSIN
İlksan seçimlerini büyük bir zaferle kazandıklarını belirten Koncuk,
“İlksan seçimleriyle ilgili teşkilatımı kutluyorum. Diğerlerinin katılımı çok az oldu, yürekleri yetmediği için karşımıza çıkmadılar. Kendi üyelerinin kendilerinden intikam alacaklarını bizzat göreceklerdi. Ezici bir üstünlükle kazandık. Bir sendikanın delegelerinin %80’inden fazlasını kazandığı ilk seçimdir. İlksan’da asla peşkeş çektirme, hırsızlık olmadı. İlksan’da zorunlu üyeliğe karşı olduğumuzu da belirtmek isterim. Gelin İlksan’ı Mebsan yapalım. Bütün MEB çalışanlarını isteğe bağlı olarak bu kuruma bağlayabiliriz. Aynı kanunda zorunlu üyeliği de kaldıralım' dedi.
 
Programında sonunda Karabağ için başlatılan imza kampanyasına da değinen Genel Başkan İsmail Koncuk;
 
“Karabağ Türklerin has toprağıdır. Avrupa Birliği’nde alınan bir kararda, Ermenistan’ın Karabağ’ı işgal ettiği yazıyor. Yapılan kampanyaya destek olmak için, www.isgaledurde.comadresine girerek,  elektronik imzanızı atın ve destek olun. 100 bin değil, 500 bin imza olsun. Azerbaycan’lı kardeşlerimizin davası bizim davamızdır. Herkesi destek olmaya davet ediyorum' dedi.  


BİZİ SOSYAL MEDYADAN TAKİP EDİN