TÜİK, Ekim ayına ilişkin enflasyon rakamlarını açıkladı.
Buna göre Ekim ayında tüketici fiyatları bir önceki aya göre ortalama %2,08 oranında yükseldi. 2017 yılının ikinci yarsında, yani Temmuz, Ağustos, Eylül ve Ekim aylarında ise toplam enflasyon %3,43’e ulaştı. 2017 yılında 10 aylık enflasyon toplamı da %9,52 oldu. Bir başka ifade ile 2017’nin ocak ayında 100 liraya satılan bir malın fiyatı bugün 109,52 liraya çıktı.
2016 yılının ekim ayı ile 2017 ekim ayı arasındaki 1 yıllık sürede ise enflasyon %11,90 olarak gerçekleşti. Hatırlanacağı gibi kamu görevlileri ve emeklilerinin maaşlarına 2017’nin ocak ayında %3; temmuz ayında ise %4 zam yapılmış, ilk 6 ayda ortaya çıkan enflasyon farkına mahsuben de ayrıca %2,92 enflasyon farkı verilmişti. Böylece 2016 Temmuzundan 2017 Ekimine kadar memur ve emekli maaşlarına toplam kümülatif %10,12 zam yapılmış oldu. Bugün gelinen noktada maaş zamlarının gerçekleşen enflasyonun gerisinde kaldığı ortaya çıktı. Yalnızca 2016 Ekim-2017 Ekim arasındaki bir yıllık sürede maaşlar %1,78 oranında eridi. Bu oran her memur için farklı olmakla birlikte aylık ortalama 53 liralık bir kayba işaret etmekte. Yani bugün memur ve emeklilerimizin maaşı, alım gücü bakımından 2016’nın Ekim ayına göre ortalama 53 lira geriye düştü. Bu erimeye 2017 yılının kasım ve aralık aylarında gerçekleşecek enflasyon da eklenecek ve mağduriyet daha da büyüyecek.
GENEL BAŞKAN İSMAİL KONCUK: 2009’DA BAŞLAYAN BU ZULÜM SONA ERMELİ
Konuya ilişkin olarak değerlendirmelerde bulunan Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, memur maaşlarının uzun yıllardan beri eridiğine dikkat çekerek kamu görevlilerini yetkili sendikalara karşı uyardı ve “Bir şeyler yapılmazsa durum daha da vahim hale gelecek' dedi.
Genel Başkan açıklamasında şu ifadelere yer verdi: “Yapılacak zamların toplu pazarlık masasında belirlenmesine rağmen şu anda ülkemizde enflasyona yenik düşen tek kesim kamu görevlileri ve bunların emeklileridir. Bu durum da memurları temsilen toplu sözleşme metnine imza atan sendikaların ve bunların bağlı olduğu konfederasyonun ne denli vizyonsuz ve beceriksiz olduğunu ortaya koymaktadır.
Önlerine sunulan her teklifi, hiçbir gelecek öngörüsü ve ekonomik projeksiyon yapmadan kabul eden bu sendikalar, kamu görevlilerinin ve emeklilerin eriyen maaşlarının tek sorumlusudur. Belli kesimlere göz kırpmak suretiyle, popülist bir tutum sergileyen bu sendikaların ekonomik gerçekleri göz ardı eden ve yalnızca tribünlere oynayarak şov yapmayı tercih eden yöneticileri, en son toplu sözleşme dönemi olan ağustos ayından beri memurları ve emeklileri ağzına dahi almamakta, ekonomik gelişmelere dair tek kelime dahi etmemektedir.
Geçmiş dönemlerdeki tecrübelerimiz bizlere göstermiştir ki, bu kimseler 2019 yılındaki toplu sözleşme dönemine kadar bir daha maaş konusunu gündemlerine dahi almayacak, eriyen maaşlardan, zorlaşan hayat şartlarından, zorunlu tüketim harcamalarındaki yükselişten ve artan yoksulluktan hiç bahsetmeyeceklerdir.
Maaşlar erirken, gelir vergisi dilimi oranları yükseltilmeye çalışılırken, bugün herkesin sorunu olan motorlu taşıtlar vergisine fahiş oranlarda artış yapılırken ve memurluk güvencesi tehdit altındayken adeta sendikacılığı unutup doğa sevenler derneği gibi davrananlar, yine yetkili olmaları durumunda 2 yıl sonra yeniden ortaya çıkacak ve yine sendikacılıktan dem vuracaklardır.
Oysaki sendikacılık, toplu sözleşme dönemlerinde karşıdan gelen talimatlara uymak üzere kurgulanmış bir tiyatro değil mevcut hakları savunmak ve geliştirmek üzere temellenmiş bir yaşam tarzı, haksızlığa karşı duruşun örgütlü mücadelesinin adıdır. Yaptığımız çalışmalar Türkiye Kamu-Sen’in yetkili olduğu 7 yıllık dönemde kamu görevlilerinin ve emeklilerin maaşlarının, bütün ekonomik gelişmeler ve büyüme oranlarına kıyasla reel olarak 20,68 puan arttığını ancak 2009 yılında imza yetkisini alan konfederasyonun geride kalan 10 yılda maaşları 28,93 puan erittiğini ortaya koymuştur. Kamu görevlilerimiz, yaşadıkları bu açmazı ve bunların sorumlularını iyi görmeli, bu kimselerin 2009 yılında ilk yetkiyi aldıklarında başlayan ve 2 toplu görüşme, 4 toplu sözleşme dönemi boyunca devam eden bu zulme bir son vermelidir. Aksi halde bu geriye gidiş yalnızca ekonomik boyutta kalmayacak, kamu görevlilerinin hukuki varlıklarını da yok edecektir.'