Türkiye Kamu-Sen Kadın Komisyonlarımız, “5 Aralık Türk Kadınına Seçme ve Seçilme Hakkı”nın verilişinin yıldönümünde Önce Anıtkabir’i ziyaret etti, sonrasında ise ikinci TBMM Binası önünde basın açıklaması yaptı.
LEYLA POLAT: KADINLARIMIZIN HAKLARI İÇİN HER PLATFORMDA MÜCADELE EDECEĞİZ
Kadın Komisyonu Başkanımız Leyla Polat ve Sendikalarımızın Kadın Komisyonlarının başkan ve Yöneticileri 5 Aralık Türk Kadınına Seçme ve Seçilme Hakkı’nın verilişinin yıldönümünde Ata’nın huzuruna çıkarak mozoleye çelenk koydular. Misak-ı Milli kulesinde Anıtkabir özel defterini imzalayan Başkan Leyla Polat, “Kadınlarımıza seçme ve seçilme hakkının verilmesinin 89. yılını kutladığımız bugünde senin huzurunda olmaktan tüm Türk kadınları adına şeref ve kıvanç duyuyoruz.
Üstün öngörünüzle Türk kadınına verdiğiniz seçme ve seçilme hakkı sayesinde kadınlarımız milletvekili, bakan olabiliyor, kendi kararlarını kendileri verebiliyor ve katılımcı demokrasinin toplumumuzun tüm katmanlarında hayat bulması sağlanıyor.
Kadınlarını ikinci plana iten toplumların, kendilerini ayakta tutma şansları kalmadığını hep birlikte görüyoruz. Girdiği her yer ve ortama güzellikler getiren, elinin değdiği her işi başarıyla sonuçlandıran kadınlarımızın bugün yaşadıkları sorunların çözümü için Türkiye Kamu-Sen Kadın Komisyonu üyeleri olarak her platformda çaba göstermeye devam edeceğiz.
Büyük emek ve fedakarlıklara kurduğunuz ve gelecek nesillere emanet ettiğiniz Cumhuriyetimizin 100. yılını şerefle kutlamanın haklı gururunu yaşıyoruz. Ebediyete kadar emanetinize sahip çıkacağımıza ve Türk kadını olarak açtığınız yoldan ve gösterdiğiniz ilkelerinizden asla ayrılmayacağımızı huzurunuzda bir kere daha ifade ediyoruz” satırlarını yazdı.
LEYLA POLAT: TÜRK KADINLARI OLARAK AÇTIĞIN YOLDAN VE İLKELERİNDEN ASLA AYRILMAYACAĞIZ
Daha sonra Ulus’ta bulunan ikinci TBMM Binası önünde basın açıklaması yapan Kadın Komisyonu Başkanımız Leyla Polat, “5 Aralık 1934 tarihinde Türk kadınına, hakların en büyüğü olan “Seçme ve Seçilme” hakkı tanınmıştır. Atatürk, Türk kadınının seçme ve seçilme hakkının verilmesinin ardından şöyle seslenmiştir: “Bu karar, Türk kadınına sosyal ve siyasî hayatta bütün milletlerin üstünde yer vermiştir. Çarşaf içinde, peçe altında ve kafes arkasındaki Türk kadınını artık tarihlerde aramak lazım gelecektir. Türk kadını, evdeki medenî mevkiini salahiyetle işgal etmiş, iş hayatının her safhasında muvaffakiyetler göstermiştir. Siyasî hayatla, belediye seçimleriyle tecrübe kazanan Türk kadını, bu sefer de milletvekili seçme ve seçilme suretiyle haklarının en büyüğünü elde etmiş bulunuyor. Medenî memleketlerin birçoğunda, kadından esirgenen bu hak, bugün Türk kadınının elindedir ve onu salahiyet ve liyakatle kullanacaktır”
Kadına Fransa’da 1944, Japonya’da 1945, İtalya’da 1946, Arjantin ve Meksika’da 1946, İsviçre’de ise 1971 yılında tam olarak seçme ve seçilme hakkına tanınmasına rağmen; Atatürk’ün bu sözleriyle ve gelişmiş olarak addedilen pek çok ülkeden önce, seçme ve seçilme hakkı kazanan kadınlarımız, ne yazık ki bugün toplumda hak ettikleri değeri bulamıyorlar.
Aile içi şiddete, töre cinayetlerine kurban giden kadınlarımızın sayısı her yıl binleri bulurken, yönetim kademelerinde, sivil toplum örgütleri içerisinde, çalışma hayatında kadının adı neredeyse yok. Bu durum dahi birçok toplumdan daha önce seçme ve seçilme hakkı elde etmiş olan kadınlarımızın, 1934’ten bugüne kadar yaşadığı ihmali ortaya koymaktadır. Bir ülkede, getirilen hukuki düzenlemelerin toplumsal yaşama yansıması için toplumsal algının da bu yönde geliştirilmesi gerektiği gerçeğiyle yüz yüzeyiz. Kadınların hukuki haklarını kullanması için yasal düzenlemelerle birlikte, hukuk kurallarını hayata geçirecek olan bireylerin de yeterli olgunluğa erişmesi ve uygun toplumsal kültürün oluşturulması gerekmektedir. Bu nedenle öncelik mutlaka, evrensel, eşitlikçi bir toplumsal kültür oluşturmak olmalıdır.
Atatürk’ün getirmiş olduğu haklar, bugün Türk kadınının toplumumuzun her kesiminde özgürce temsil edilmesini, çalışma hayatına katılabilmesini sağlamıştır. Akademik, siyasi, ekonomik ve toplumsal alanda kadınlarımız %40 dolayında kendilerine yer bulabilmektedir. Dünyada gelişmiş olarak kabul edilen birçok ülkeden önce getirilen haklar sayesinde bir zamanlar eşlerini dahi seçme hakkına sahip olmayan kadınlarımız, başbakan dahi olabilmiş, bakanlık ve siyasi parti başkanlığı yapar olmuştur.
Bugün Devlet Personel Başkanlığı verilerine göre, kamu kurum ve kuruluşlarındaki kamu görevlilerinin yüzde 36'sını kadınlar oluştururken, kamudaki kadın yönetici sayısı ise yüzde 10 düzeyindedir. Bir zamanlar tek başına şahitlikleri bile kabul edilmezken bugün hakim ve savcılarımızın %37’si kadındır; öğretim elemanlarının ise yüzde 42’si kadınlarımız teşkil etmektedir.
Bir zincirin gücü, en zayıf halkasının gücü kadardır. Kadın ne denli güçlü ise toplum da o denli güçlüdür. Kadınların en temel ekonomik, demokratik, sosyal, siyasal, medeni haklardan mahrum bırakılması, küçük yaşta evliliğe zorlanması, çalışma haklarının elinden alınması kabul edilemez bir durum olarak, toplumların geri kalmasına ve çöküşüne yol açacaktır.
Bugün, kadınlarımızı toplumsal hayattan soyutlamaya çalışan, aile içi şiddet uygulayarak adeta kadınları infaz eden, asılsız gerekçelerle kadınlarımıza ikinci sınıf vatandaş muamelesini layık gören, onların erdem ve değerini hala anlayamayan zihniyetlere karşı;
Aziziye Tabyası’nın Ermenilerin eline geçmesi üzerine, üç aylık bebeğini emzirdikten sonra, “Seni bana Allah verdi. Ben de O’na emânet ediyorum.” diyerek, birkaç saat önce şehit düşen ağabeyinin tüfeğini alıp, vatan savunmasına koşan Nene Hatun;
Oğlu, kızı ve kardeşinin de bulunduğu 35 kişilik müfrezesiyle Sakarya ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ne katılan, Afyon civarında Yunanlılara esir düşen ve yine kendi çabalarıyla kurtulan, sonradan kendisine bağlanan üsteğmenlik maaşını Kızılay'a bağışlayan Kara Fatma lakaplı, Fatma Seher Erden;
Yunanlıların İzmir’i işgal etmesi ile Millî Mücadele’ye katılan, Sakarya Savaşı’nda yaralanan ve tedavisinin ardından müfrezesine geri dönen, binbaşı Ayşe Hanım;
Temmuz 1920’de Fransızlara karşı harekete geçildiği sırada askerlerde bir duraksama olunca “Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da siz erkek olarak yerlerde sürünmekten utanmıyor musunuz?” diyen, aynı muharebe sırasında ateş hattında kalan iki arkadaşını korumak için ileriye atıldığında şehit düşen Tayyar Rahime;
Kendisinden bilgi almak isteyen Yunanlılara karşı direnirken düşman tarafından Kavakönü Köyü’nde işkence yapılarak öldürülen ve ardından fırında yakılan, Nazife Kadın, ilk kadın savaş pilotumuz Sabiha Gökçen, tiyatrocumuz Afife Jale birer abide olarak tarihin altın sayfalarında durmaktadır.
Atatürk, “Bizim sosyal toplumumuzun başarısızlığının sebebi, kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlikten ileri gelmektedir. Yaşamak demek faaliyet demektir. Bundan dolayı bir sosyal toplumun bir organı faaliyette bulunurken diğer bir organı işlemezse o sosyal toplum felçlidir.” diyerek, kadının toplum içindeki önemini ortaya koymuştur.
Kadını ikinci plana iten toplumlar, kendisini ayakta tutacak dinamiklerden birini kaybettikleri için çökmeye mahkûmdur. “İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan oluşur. Kabil midir bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki bir cismin yarısı toprağa bağlı kaldıkça, öteki yarısı göklere yükselebilsin?” diyen Atatürk’ün izinden gideceksek, hayatın her noktasında kadınları yüceltmek zorundayız.
Ata’mızın, emek ve fedakarlıklara kurduğu ve gelecek nesillere emanet ettiği Cumhuriyetimizin 100. yılını şerefle kutlamanın haklı gururunu yaşadığımız şu günlerde, ebediyete kadar bu emanete sahip çıkacağımıza ve Türk kadını olarak açtığı yoldan ve gösterdiği ilkelerinizden asla ayrılmayacağımızı bir kere daha ifade ediyoruz.
Türkiye Kamu-Sen Kadın Komisyonları olarak, Türk kadınına, 89 yıl önce bugün seçme ve seçilme hakkını kazandırarak attığı büyük adımla tüm dünyaya örnek olan büyük önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü saygıyla anıyor, tüm kadınlarımızın bu anlamlı gününü kutluyoruz” dedi.