Bu yıl Türk milletinin dünya tarihine bir destan olarak yazdırdığı Çanakkale zaferinin 100. Yıl dönümü.
Vatan için 250 Bin yiğidin toprağa düştüğü, kanlarıyla bu toprakların sonsuza kadar Türk yurdu olacağını tüm dünyaya ilan ettikleri büyük zaferin üzerinden tam 100 yıl geçti.
İstiklal Şairi Akif’in Bedrin aslanlarının şanına ulaştıklarını belirttiği yiğit vatan evlatlarını bir kez daha rahmet ve minnetle anıyoruz.
Yiğitler bu destanı yazarken cephede görev alan hemşirelerimizde var güçleri ile yaraları sarmaya, dertlere derman olmaya çalışıyorlardı. Zaten Türk hemşireliğinin tarihide savaşlarla birlikte yazılmış ve Hilal-i Ahmer Cemiyeti olarak anılan Kızılay tarafından Trablusgarp savaşında yaralanan askerlere yardımcı olunması amacıyla 1911 yılında Türkiye'nin ilk hemşirelik kursu açılmıştı.
6 aylık bu kursu bitirenler 1912-1914 Balkan Savaşları'nda ve 1914-1918 Birinci Dünya Savaşı'nda cephelerde görev almış, kurulan sahra hastanelerinde yaralanan askerlerin tedavilerinde birebir görev yapmışlardı. Ön cephelerde görev alan yüzlerce hemşire ise açılan top ateşi ve saldırılar sonucu şehit olmuştu.
1911 yılında açılan hemşirelik kursundan ilk mezun olan hemşireler içinde yer alan Safiye Hüseyin, yaptığı hizmetler ve gösterdiği üstün çabası ile Türkiye'nin ilk hemşiresi olarak anılmaktadır.
Çanakkale Savaşları'na gönüllü hemşire olarak giden Safiye Hüseyin, Balkan Savaşları'nda hemşirelik yaptığı için Çanakkale'de yaralanan askerlerin tedavisi için hazırlanan Reşit Paşa Vapuru'nda başhemşire olarak görevlendirilmiştir.
Safiye Hüseyin Çanakkale savaşında yaşadıklarını şöyle anlatmaktadır:
"Evet savaşa da iştirak ettim Çanakkale’de uzun müddet kaldım. Çanakkale’de savaş başladığında Alman Salibiahmer (Alman Kızılhaçı) ile bizim Hilal-i Ahmer Cemiyeti birleşmiş, Reşit Paşa vapurunu hastane gemisi yapmıştık. Ben bu geminin hasta bakıcısı olmuştum. Reşit Paşa Çanakkale’ye gidecek, orada yaralıları tedavi edecek, yarası ağır olanları alıp İstanbul’a getirecekti.….Vaziyet tehlikeli dediler… Ne vapuru olursa olsun… İster hastane vapuru ister Kızılay ister Salibiahmer, İngilizler esir tutuyorlar. Ben aldırış etmedim. Zaten umumi harp başladığı zaman ben hastabakıcılık için gönüllü yazılmıştım. Gönüllü olarak gidiyordum… Peşinen şunu söyleyeyim ki hayatımda hiçbir zaman ölümden korkmuş değilim.Reşit Paşa’ya bindik. Çanakkale’ye geldik, Akbaş Mevkii'nde demirledik. Hastaları, yaralıları toplamaya başladık. Ne yaralılar, ne yaralılar. Şu parmakları görüyor musunuz? Ben bu parmaklarımla kaç delikanlının gözlerini bir daha açılmamak üzere kapattım. Kaç delikanlının…"
***** "Yaralıları aldık, dönüyorduk… Birdenbire tepemizde bir uçak belirdi, güverteye çıktık. Süvari müthiş bir haber verdi:- İngiliz uçağı...Mamafih zerre kadar korkmuyorduk. Reşit Paşa gemisinin bir tarafında kızıl bir ay, bir tarafına da kızıl bir salip (haç) vardı. Belli ki hastane vapuru… İçimizden “dünyada bize ateş edemezler' diyorduk. Uçaktan kırmızı bir ışık yükseldi, ve üstümüze dehşetli gürlemeler oldu… Yine bir gün yaralıları aldık dönüyorduk. Etrafımızda müthiş gürlemeler oldu dehşetli gülle yağmurunun altında kaldık. Reşit Paşa ’nın sağına soluna gülleler yağıyordu, o zaman anladık ki bize ateş ediyorlar. Attıkları gülle bize o derece yakın düşüyordu ki tasavvur edemezsiniz. Yaralı gaziler vapurlara taşınırken…Fakat bütün bu tehlikelere rağmen korkmak için vaktimiz olmadı. Çünkü hastalar bizi bekliyorlardı. Ameliyat edecek, yaraları sarılacak yüzlerce hasta vardı. Bunlardan biz kendimiz için korkacak vakit bulamıyorduk. Bundan sonra düşman adet edinmişti. Ne zaman Reşit Paşa vapurunu görseler tepemize İngiliz işaretli bir tayyare dikiliyor, düşman topçusuna bizim bulunduğumuz yeri işaret ediyor. Bundan sonra o dehşetli gülle yağmuru başlıyordu. Her defasında ölüm tehlikesi geçiriyorduk. Hele bir keresinde müthiş bir bombardımana tutulmuştuk. İstanbul’a “Reşit Paşa vapuru battı' diye haberler gitmiş. İstanbul’a döndük ki, herkes vapur batmış zannediyordu. Akrabam matem içinde, İstanbul’a adeta ahretten döner gibi döndüm. Hayatımda işte böyle bir ahretten döner gibi döndüm. Hayatımda işte böyle bir ahretten dönüş faslı vardır."
Türk hemşireliğinin vatan savunması ile yazılan tarihinde ilk hemşire olarak kabul edilen safiye Hüseyin başta olmak üzere vatan savunmasında hayatını ortaya koyarak askerimizin yanında olan, cephede ve cephe gerisinde görev alarak yaralar saran , şehitlik ve gazilik mertebelerine ulaşan tüm hemşirelerimizi rahmet ve minnetle anıyoruz.